Birinci Safha
ANAFARTALAR KUMANDANI MUSTAFA KEMAL İLE MÜLAKAT
Birinci Safha
Hayır efendim, düşünüyorum, size ne söyleyebilirim! Çünkü, bakın, bütün bu yığınlarla evrak hep o günlerin hatıralarını ihtiva ediyor.
"Buyurun bir sigara... Bir şey yaparız."
Büyük kutuda bulunan Baframaden sigaralarından bir tanesini aldım. Paşa küçük bir masanın üstünde duran çıngırağı bir iki defa çevirdi. Derhal kapının önünde şık bir nefer, mahmuzlarını birbirine vurarak kumandanın emrine muntazır olduğunu vaziyetiyle anlattı.
- Çocuğum bize iki kahve, sobanın da ateşine bakın.
Biraz sonra bize hitaben:
- Bu defterleri kurcalayacak olursak içinden çıkamayız. İsterseniz sizinle bir hulâsa yaparız, bu ancak böyle olur!
Hakikatte defterler o kadar çoktu ki onların arasında insan kendini Çanakkale harf tarihini yazmak için bir evrak mahzenine dalmış sanabilirdi.
Dedim:
- Paşa Hazretleri! Şüphesiz ki Çanakkale harbi bu memleketin çocuklarındaki fedakârlığı, vatan toprağını yabancıya vermemek için bir saadete koşar gibi ölüme atıldığını göstermek itibarıyla tarihimizde unutulmaz bir kahramanlık merhalesi vücuda getirmiştir. Bu hamaset günleri artık silinmemek üzre cihan tarihinde lehimize iki üç sahife daha ilâve etti. Sir Hamilton bile, Türkçeye tercüme edilmiş raporunda okudum, bizi cesaretimizdeki, bizim fedakârlığımızdaki ulviyeti kendi aleyhlerine kaydediyor. Bütün Fransız mecmua ve gazeteleri, Çanakkale'de döğüşmüş zabitlerin, kumandanların, oraya uğramış muharrirlerin ve gazetecilerin hatıralarını, makalelerini yazdılar. Halbuki şimdiye kadar biz henüz bir şey yapamadık. Yeni Mecmua'nın son kıymettar teşebbüsü bana o gazâ yerlerini görmüş olanlarla konuşmak fırsatını verdi. Bu hususta tabiî zatı âlilerini ihmal edemezdim. O muharebelerin her gününe büyük bir faaliyetle iştirak ettiniz. Vaziyeti tamamıyla biliyorsunuz... Kim bilir ne kadar çok hatıranız vardır. İşte müsaade buyurursanız eğer, bugün zâti âlinizden onları dinlemek için geldim.
Paşa bu sözleri ciddî bir tebessümle telâkki ediyordu.
Cumba tavanlarına ve pencere kenarlarına varıncaya kadar kanepeleri, koltukları bile halılar, seççadeler ve kilimler altında koyulaşmış, bu çok gölgeli geniş odada Mustafa Kemal Paşa'nın siması Rambrandvarî bir tablo mevzuunu andırıyordu. Genç bir simada bu kadar engin bir mâna gördüğümü hatırlamıyorum: Işıklarla gölgelerin dalgaları arasında sebat, tevekkül, tevazu, vekar, mülâyemet, huşunet, saffet, zekâ... Bütün bu zıt şeylerin toplandığı sarışın ve gayet sevimli bir yüz...
Çekmekte olduğu doksan dokuzlu necef tesbihi masasının üzerine bırakarak:
- O halde derhal başlarız, dedi.
Ve kimi yerde, kimi yazıhanenin üzerinde, kimi köşede buzcamlı koyu renk dolapta, kimi İngilizlerden zaptolunma koca bir makinalı tüfek önündeki koyu renkli çini sobanın üzerinde bulunan defterlerden, müsvedde ve tebyizlerden süzülen Çanakkale menkıbesinin hulâsasını, bu sabırlı ve temkinli kumandandan üç gün, ve her mülâkat on iki saatten aşağı sürmemek şartıyla, üç gün dinledim.
Başlamazdan evvel dedi ki:
- Tabiî esrarı askeriyeye temas eden noktaları size söylemeyeceğim. Bunlar ne sizi alâkadar eder, ne de okuyanlara bir fayda temin eder. Bunlar san'at adamları içindir ki tarih hepsinden bahsedecektir.
- Elbet Paşam. Maksadım, o günlerin vak'alarını bizzat zati âlinizden öğrenmektir. Askerliğe temas eden noktaları ben de anlamam. Bunun üzerine Paşa izaha başladı.
Evvelâ Sofya sefareti ataşemiliterliğinden buraya çağrılmış ve Tekirdağ'da 19'uncu fırkayı teşkile memur edilmiş ve bu kuvvetle Eçe limanı, Seddülbahir ve Morto limanı arasındaki sahilin muhafazasına memur olmuş. Esasen Balkan harbinden beri bu araziyi iyice tanırmış.
Dedi ki:
- Benim kanaatime göre düşman ihraç teşebbüsünde bulunursa iki noktadan teşebbüs ederdi:
Biri Seddülbahir, diğeri Kabatepe civarı... Ve benim noktai nazarıma göre düşmanı karaya çıkartamadan bu sahil parçalarını doğrudan doğruya müdafaa etmek mümkündü. Binaenaleyh alaylarımı, böyle sahilden müdafaa edecek surette yerleştirdim. Bu vaziyet takriben şubat 1330...
Mustafa Kemal Paşa, kendisinin Maydos mıntıkası kumandanlığı esnasında cereyan eden mühim vak'aları şu suretle hulâsa etti: Düşman bir defa Seddülbahir'e ve Kumkale'ye asker çıkarmak teşebbüsün de bulunuyor. O zaman, hep ağızlarda işitip okuduğumuz bir Mehmet Çavuş çıkıyor, toprağımıza ayak basan düşmanı tekrar denize atıyor.
- Düşman bu karaya asker çıkarmak teşebbüsünü neden denedi?
- Bu hareket bir keşif olarak kabul edilebilir. Bir de malûm olan 5 mart vardır.
- Ki asıl bizi alâkadar eden de odur, Paşa Hazretleri.
- Fakat bu tamamen bahrî bir harekettir. Sahil müdafaası Cevat Paşa Hazretlerinin tahtı emrinde bulunuyordu. Benim bu hareketle alâkam, dolayısiledir. Yalnız 5 mart gününün sabahı Cevat Paşa Hazretleri... Maydos'ta bulunan karargâhıma gelmişti. Kendisine Seddülbahir sahil mıntıkasındaki tertibatı göstermek üzere beraber Kirte'ye gittik. Oraya vardığımız zaman, düşman donanmasının Kirte ve Alçıtepe istikametlerinde açtığı ateşin altında kaldık.
- O vakit ne yaptınız efendim?
- Bunun üzerine bendeniz...
- Estağfurullah...
- Mezkûr mıntıkanın muhafazasına memur 26'ncı olay kumandanına icap eden talimatı şifahiyemi verdim. Ve Cevat Paşa ile birlikte vazife başında bulunabilmek için Maydos'a döndük. Düşmanın mağlûbiyetiyle neticelenen bu 5 mart muharebeyi bahriyesinde kara mıntıkasının muhafazası benim uhdemde idi. O gün, düşmanın bazı gemileriyle sahili ateş altında bulundurmuş olmasından başka zikre şayan hiçbir şey vuku bulmamıştır. O gün sahil bataryalarımızda bulunan askerler, zabitler ve kumandanlar cidden şayanı takdir bir fedakârlıkla, hani cesaretin, tevekkülün haddi azamîsiyle sonuna kadar toplarını kullanmışlar, vazifelerini ifa etmişlerdir. Düşünün ki birçok çökmeler, infilâklar, yangınlar, zayiat arasında, daimî ateş karşısında, muharrip endahtlar altında bunlar hiç titremeden vazifelerini yapmışlardır.
Düşmanın mağlûbiyetiyle kapanan bu hâdisei bahriyeden sonra, Mustafa Kemal Paşa, İngilizlerin, Fransızların boğazı yalnız donanmaları ile zorlayarak bir maksat elde etmekten ümidi kestiklerine hükmediyor ve mutlak tekrar sahile adam çıkarmak teşebbüsünde bulunacaklarına ihtimal veriyor. Bunun için maiyetindeki kıt'alara "teyakkuzda" bulunmalarını emrediyor. Kuvvetinin arttırılması için lâzım gelen yerlere resmî müracaatlarda bulunuyor. Kuvvetini arttırıyor. Ve o mıntıka kumandanlığına Halil Sami Bey isminde diğer bir zat tayin olunuyor! O zaman kaymakam rütbesinde bulunan Mustafa Kemal Bey de kumanda ettiği fırka ile icabında Gelibolu civarına, icabında Anadolu cihetine harekete müheyya bulunmak üzere "ihtiyatı umumî" olarak terkediliyor. Rumeli sahili mıntıkası muhafazasına yalnız o miralay beyin fırkası tahsis ediliyor.
Bu sıralarda, yani mart içinde Mustafa Kemal Bey'in fırkasından bir alay, Çanakkale'ye geçiriliyor; fakat gene iade olunuyor. Mustafa Kemal Bey de bütün fırkasını Bigalıköyü civarında bulundurmayı muvafık görüyor. Fırkası beşinci ordunun ihtiyatı umumîsi olarak Bigalıköyü ve bunun cenubuşarkîsindeki Maltepe, Mersintepe civarında bulunan konaklarla ordugâhlarına yerleşiyor. Kumandan aldığı emir mucibince icabında Bolayır'a hareket etmeye, Çanakkale cihetine vapurla geçmeye müheyya bir halde bulunuyor. Emre intizaren bütün kıt'alarını talim ve terbiye ile iştigal ettiriyor.
- İşte o günlerden birinde, on iki nisan sabahı idi ki Arıburnu'nda bir hâdise cereyan etmekte olduğu, işitilen gemi toplarının sesinden anlaşılmıştı.
Bütün fırka kıtaatının harekete hazırlık derecesi tezyit edildi. Bir taraftan Maydos mıntıkası kumandanlığından malûmata intizar etmekte idim, diğer taraftan da ya kolordunun veya ordunun emrine... Yalnız fırkanın süvari bölüğüne - istihsali malûmat için - Kocaçimen hareket etmesi emrini verdim.
Bu sırada idi ki Üçüncü Kolordu Kumandanı Esat Paşa Hazretleriyle Gelibolu'dan telefonla görüşülmüştür. Müşarünileyh de henüz cereyanı ahval hakkında vazıh malûmat edinememiş olduğu bildirmiştir. Öğleden evvel saat altı buçukta idi, Halil Sami Bey'den vürut eden bir raporla düşmanın Arıburnu sırtlarına çıktığı anlaşılıyor ve buna karşı benden bir taburun mezkûr düşmana karşı sevki isteniyordu. Gerek bu rapordan, gerek Maltepe'de icra ettiğim hususî tarassudat neticesinde bende hâsıl olan kanaati kat'iyye, öteden beri imali fikir ettiğim gibi, düşmanın Kabaktepe civarında mühim kuvvetle karaya çıkmaya teşebbüsü, demek ki, vukubuluyordu. Binaenaleyh bu işin içinden bir taburla çıkmak mümkün olamayacağını, herhalde evvelce tahmin ettiğim gibi bütün fırkamla düşmana incizabın gayri kabili içtinap olduğunu takdir ediyordum. Artık hiçbir şeye intizar etmeyerek karargâhımın bulunduğu Bigalıköyü'nde ikamet eden birinci piyade alayı ile cebel bataryasının derhal harekete geçmek üzre amade bulundurulmalarını, kumandanlarının da emralmak üzre yanıma gelmelerini bildirdim.
Yapraklarını muttasıl ağır ağır çevirmekle meşgul olduğu defterinin sahifelerine, dudaklarında tüten cıgara dumanları arasından bakarak:
- Altı maddelik bir emir not ettirdim, dedi. Bu emir maiyet cüzütam kumandanlığına da tebliğ olunacaktı. Bundan başka üçüncü kolordu kumandanlığına da telefonla arzedilmek üzre bir rapor yazdırdım. Vaziyeti ve vaziyetimi ve teşebbüsümü anlattım.
Büyük bir hareketin inkişaf etmekte olduğu, memlekete Çanakkale harbinde unutulmaz hizmetler eden, muhakemesi süratli, kararları kat'i genç bir kumandanın bütün kıt'alarıyla tehlikeye atılma müheyya vaziyeti karşımda, bu anda sakin sakin kâğıtlarını çeviren, içinden bana verebileceği notları mülâhaza ile seçen kumandanın yüzünde ve sözlerinde o kadar vuzuhla seziliyordu ki... Türkiye'nin mukadderatını tayin edecek boğuşmaya doğru gittiğimizi heyecanla duyuyordum.
- Bundan sonra kıt'alarını yürüyüşe müheyya olarak içtima ettirmiş bulunduran 57'inci alay, -meşhur bir alaydır bu, çünkü hepsi şehit olmuştu -kumandanları ve sertabip ve bir yaverimle bir emir zabitim beraber olduğu halde içtima mahalline gittim. Basit bir tertiple Bigalıderesi boyunca giden yol üzerinde alayı bizzat yürüyüşe geçirerek Kocaçimen tepesine tevcih ettim.
Yolda giderken kumandanlarına olsun, sertabibe olsun şifahî izahatı lâzıme veriyordum. Takip ettiğimiz dereden bizi Kocaçimen'e isal edecek muayyen bir yol olmadıktan başka Kocaçimen'e varmak için atlamaya mecbur olduğumuz saha da pek ziyade fundalık, sa'bülmürur, kayalıklı derelerle mali idi. Bir yol bulup kıt'ayı sevke delâlet etmesi için topçu taburu kumandanını tavzif ettim.
- Zati âliniz ne ile gidiyorsunuz efendim?
- Ben? Atla!... Bu kumandalar da atlarının üzerinde tabiî... Biz hepimiz kıt'anın başında gidiyoruz. Onlar yaya gidiyorlar.
Bu zat kayboldu. Ondan sonra batarya kumandanını memur ettim. Bu da başını alıp Kocaçimen tepesine kadar gitmiş, delâletinden istifade edilemedi.
- Yani müşkülât. Muharebenin kurşunlardan, güllelerden evvelki sıkıntıları?
- Evet. Bizzat yol bulmak ve müfrezeyi oradan sevk etmeden suretiyle Kocaçimentepesi'ne muvasalat edildi. Şimdi Kocaçimentepesi'ni tasavvur buyurun: Kocaçimen şibihcezirenin en yüksek tepesidir. Fakat Arıburnu noktası zaviyei meyyite içinde kaldığından buradan görülmüyor. Şimdi şu haritadan bakın.
Sir Hamilton'un raporunda bulunan haritalardan birine baktık. Bu vaziyeti pek etraflı anlatamıyordu. Paşa çıngırağı gene çaldı. İki dakika sonra kapının yanında bir mahmuz şıkırtısı... Asker, Paşanın askerî ceketindeki cepten haritayı alması için emir telâkki etti. Beş on dakika sonra girdi. Bulamamış. Paşa gülümseyerek müsaade istedi. Bizzat gitti.
Yalnız kaldığım müddetçe odayı seyrettim. Duvarda hep asker resimleri, Balkan muharebesinin, Trablus muharebesinin, Hareket Ordusu yürüyüşünün, mektebi harbiye talebeliğinin hatıraları asılı idi. Bir kelebek şeklinde açılmış şal örtünün altında Paşanın genç kazak zabitlerini hatırlatan kalpaklı ve haşin bakışlı bir agrandismanı vardı. Yazıhanesi üzerinde bir Çerkez kamasının yanı başında Balzak'ın Kolonel Şaber (Colonel Chabert)i, Mopasan (Maupassant)ın Bul dö Süif (Boule de suif)i, Lavedan'ın Servir'i duruyordu. Şüphe yok ki paşa, sükûnetli dakikalarının boşluğunu edebiyatla dolduruyor.
--- devamı diğer forumumuzdadır.